Kürt sorununda mücadele sertleşiyor…
Eylemli dayanışmayı yükseltelim, mücadeleyi büyütelim!
12 Haziran seçimleri sonrasında yanıtlanmayı bekleyen en önemli tartışma başlıklarından birisi, seçimlerin ardından sermaye devletinin Kürt sorununa ilişkin politik yaklaşımının ne olacağı konusuydu. Çünkü Kürt sorununda tasfiye hedefli “açılım planı” tutmayan devletin Kürt halkının düzeni oldukça zorlayan mücadele iradesini boğmak gibi hayati bir sorunu bulunuyordu.
Kürt hareketi cephesinden ortaya konulan yaklaşım ve değerlendirmeler de bu temel alınarak yapılmaktaydı. Kürt hareketi adına yapılan açıklamalarda, Kürt sorununun çözümü doğrultusunda somut adımların atılması, bu çerçevede Öcalan ile diyalog kurulması ve Kürt halkının taleplerini içerecek bir yeni anayasa için hazırlıklara başlanması beklentisi ortaya konulmaktaydı. Aksi halde, mücadele inancı ve gücünü seçim öncesindeki süreçte ve seçimlerde kanıtlayan Kürt halkının kendi yolunu çizeceği ve “demokratik özerklik” hedefini fiilen hayata geçireceği vurgulanmaktaydı.
Bu koşullarda seçimlerin ardından devlet cephesinden zaman kazanabilmek için atılan ilk adım Öcalan’la görüşmelere başlamak oldu. İleriye yönelik herhangi bir pratik adım içermemekle birlikte, bu adım kendisinden beklenen yararı sağladı. Ateşkes uzatıldı, beklentiler yeni bir anayasa sürecine bağlı olarak ertelendi.
Fakat anlaşılan o ki, devletin beklemeye niyeti yok! Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin iptal edilmesi bunun en açık ifadesi oldu. Seçimlerden önce YSK eliyle gerçekleştirilen darbenin Kürt halkının öfkesine çarpıp geri dönmesinin ardından yeniden aynı silaha başvurulması, açıktır ki, bir hesaplaşma ve intikam girişimidir. Böylelikle Kürt halkına gözdağı verilmekte, hareket kırmızı çizgilerin gerisine çekilmeye zorlanmaktadır. BDP meclis grubunun Kürt halkının militan iradesine tabi olarak mecliste yer almasına, bu mücadelenin hizmetinde çalışmasına engel olunmaya çalışmaktadır.
Seçimlerden önce tok bir biçimde “kendi yolunu çizme” iradesini, kararlılığını ve gücünü gösteren Kürt halkı ile örgütlülükleri elbette böyle bir hoyratlığı büyük bir öfkeyle karşılayacaktı. Bu kararlılık, “Tek bir milletvekili arkadaşımız olmadan meclise girmeyeceğiz” iddiasıyla da daha baştan ortaya konulmuştu. Bu koşullarda, “Demokratik özerklik talebimiz karşılanmazsa yerel meclislerimizi kurup fiilen uygulamaya geçeriz” iddiasının gereğini yapmak için son derece meşru durum ortaya çıkmıştır. Sermaye devleti bin türlü engel koyarak Kürt halkının mücadeleci bir çizgide burjuva parlamentosunu kullanmasına engel olmak istemektedir. Uysal, düzenin kırmızı çizgilerine sadık, düzen siyasetinin kurallarına bağlı, parlamenter avanaklık içerisinde oyalanan bir Kürt hareketi istemektedir. Bu ise, eşitlik ve özgürlük taleplerinden vazgeçmekten başka bir anlama gelmez. Bu nedenle gelinen noktada Kürt halkının önündeki seçenekler son derece açıktır: Ya düzenin bu dayatmasına boyun eğilecek ya da hak ve özgürlükleri fiilen almak üzere harekete geçilecektir.
Kürt halkının mevcut bilinç ve mücadele düzeyi ile duyarlılıkları bilindiğine göre, ikinci YSK darbesini gerçekleştirenlerin ortaya çıkacak tepkiyi gözeterek duruma uygun bir planları olduğu kesindir. Ya Kürt halkının bu hamleyi sineye çekmesini sağlayacak türden düzenbazlıklara başvurulacak, ya da seçimler öncesinde işaretleri verildiği üzere Kürt hareketine yönelik kapsamlı bir saldırganlığın uygulanması için zemin hazırlanacaktır. Mevcut koşullar düşünüldüğünde, ikinci olasılık daha yüksektir. Bu nedenle, YSK kararının ardından Kürt hareketinin alacağı tutum ile birlikte devlet cephesinden yapılacak hamleler önem kazanmaktadır. Kapsamlı bir faşist baskı ve zorbalık planını hayata geçirmek isteyenler, YSK kararının ardından bu amaç doğrultusunda gerekli siyasal ve askeri koşulları oluşturmaya çalışacaklardır. Bunun için Kürt halkının mücadelesini kriminalize etmeye çalışmak, bu çerçevede bir takım kontra saldırılar organize etmek ve böylelikle şovenizmi azdırmak vb. yöntemlere başvurmaları olasıdır. Bu nedenle mücadeleyi büyütürken her bakımdan hazırlıklı ve uyanık olmak büyük önem taşımaktadır.
Önümüzdeki süreçte Kürt halkıyla eylemli dayanışmanın geliştirilmesi, gelişmelerin seyri bakımından büyük bir önem taşımaktadır. Kürt halkına ve hareketine yönelik kapsamlı saldırganlık girişimini durdurmanın başka bir yolu yoktur.
Öte yandan, bugün Kürt halkı ve hareketi devletin baskı ve terörüne karşı ayakta durabilecek güce sahip olsa bile, Kürt sorununun asgari bir çözümü için daha fazlasını yapabilmek gerekir. Bu, bir yandan saldırılara karşı koyarken, diğer taraftan kurulu düzene karşı işçi sınıfı ve emekçilerle kaynaşmayı sağlayacak politik açılımları gerçekleştirebilmek, mücadeleyi devrim yolunda derinleştirmek demektir.
Seçimlerden önce yayınlanan Ekim’in Mayıs sayısının “Siyasal gelişmeler ve genel seçimler” başlıklı başyazısında, Kürt sorununu eşitlik ve özgürlük temelinde çözmek için devrimci bir yol açabilmenin yakıcı önemi ve bu çerçevede Kürt hareketine düşen görev şöyle ortaya konulmuştur: “Kuşkusuz mazlum Kürt halkının biricik gerçek muhatabı Türkiye halklarıdır. Fakat halkların kader ve çıkar birliği ancak ve yalnızca devrim üzerinden, buna yönelen stratejik çizgi üzerinden bir anlam ve gerçeklik kazanabilir. Kürt hareketi samimi çağrısını bu tür bir yönelimle birleştirmediği sürece bunun herhangi bir sonucu olmayacaktır.”
Son derece kritik gelişmelerin yaşandığı şu koşullarda, ortaya konulan bu görüşlerin bir kez daha altını çizmekte fayda var.
Diğer taraftan, bugün işçi sınıfı siyasal bir sınıf hareketi düzeyi kazanabilmiş olsaydı, Kürt halkı verdiği mücadelede yanında güçlü bir destek bulacağı gibi, kurulu düzeni hedefleyen bir mücadelede de o ölçüde mesafe almış olurdu. Bunun yokluğu bugün düzen için en büyük olanaktır. Bu durumda hem Kürt sorununda çözümsüzlük çizgisinde ısrar edebilmekte, hem de onu toplumu yönetmenin bir olanağı haline getirmektedir.
Komünistler ve ilerici-devrimci güçler payına, Kürt hareketinin nasıl bir yol izleyeceğinden bağımsız olarak görev açıktır. Görev, Kürt halkının ulusal özgürlük ve eşitlik taleplerini ve bu uğurda verdiği mücadelenin haklılığını işçi sınıfı ve emekçilere ısrar ve kararlılıkla anlatabilmektir. Olabildiği ölçüde işçi sınıfı ve emekçileri Kürt halkının meşru mücadelesiyle eylemli dayanışma içerisine sokabilmektir. İşçi sınıfı ve emekçileri böyle bir eylemli dayanışmaya kazanmak çabası içerisinde, politik bir düzeye ulaştırmak için yüklenmektir. Tüm bu bakımlardan mesafe alınabildiği ölçüde, düzenin bugün pervasız saldırılarla yok etmeye çalıştığı mücadele dinamikleri, ülkenin devrimci geleceği için önemli bir imkan haline getirilebilecektir.
|